Birinci Makale
Yazar: Johannes Daniel Roos
Sorumuz, araştırma yapacağımız alanı apaçık bir şekilde ifade ediyor. Bir önceki makale, Yeni Antlaşma yazarlarının Mesih’in Tanrı olduğuna inanmakla kalmayıp, hatta bu öğretinin zihinlerini -hem içsel hem de dışsal olarak- dolduran temel gerçek olduğuna dair görüşü çok sayıda delille kanıtlamıştır. Bu makalede ise elçilerin tanıklığını tarafsız olmadıkları için ve elçilerin tanıklığına dayanan erken dönem geleneklerini de aynı sebepten dolayı kabul edemeyeceğimizi vurgulayan çağdaş eleştirileri inceleyeceğiz. Bu çağdaş eleştirmenler, elçiler İsa’yı Rableri ve Efendileri olarak kabul ettikleri ve O’nun Tanrı olduğuna inandıkları için [Müjde yazarlarının] İsa hakkında söyledikleri her şeye karşı önyargılıdırlar.
Bizler de bu nedenle araştırmamızı, elçilerin İsa hakkında öğrettikleri ile O’nun kendisi hakkında öğrettikleri arasına bir ayrım koyarak yapacağız. Şöyle ki, İsa’nın Müjdelerde yer alan ve kendisi hakkında yaptığı tanıklıklar ile O’nun öğrencileri ve takipçilerinin tanıklıklarını elekten geçireceğiz. Bu nedenle, Müjde anlatılarında yalnızca İsa’nın sözlerine odaklanacağız ve O’nun sözlerinin temeline dayanarak, Rabbimizin kim olduğunu yalnızca bir sanıya dayalı olarak değil, ancak aynı zamanda bizzat kendisinin Mesih, Tanrı’nın Oğlu ve Tanrı’nın ta kendisi olduğunu öğrettiğini en çarpıcı ve en açıklayıcı biçimde göreceğimizi umuyoruz. İsa’nın dudaklarına dökülen bu sözlerde bulduğumuz şeyin gerçekten kendisine mi ait olduğu, yoksa yalnızca Müjde yazarlarının O’na atfedilen öznel inançları mı olduğu sorusu araştırma alanımızın dışındadır ve daha sonra ele alınacaktır.
İsa’nın kendisi hakkında yaptığı tanıklığı incelerken, Müjde yazarlarının da aktarmış oldukları üzere, çocukluğundan beri (Luk. 2:49) -Müjdelerde kaydedilmiş ve hayatıyla ilgili bilinmezlik sislerinden oluşan tek kısım- Tanrı ile olan benzersiz Baba-Oğul ilişkisinin farkında olduğunu görüyoruz. Henüz çocukken, “Babam’ın evinde bulunmam gerektiğini bilmiyor muydunuz?” diye soruyordu. Tanrı’nın Oğlu olmamış olsaydı, o yaştayken göklerden gelmiş olan Oğul olduğuna inanması mümkün görünmüyor. Benzer biçimde İsa’nın, hizmetinin ilk anlarında Nasıra’daki havrada, Yeşaya 61’deki Mesihsel peygamberliği kendisine atfettiğini görmekteyiz. Luka 4:17 ve devamında, peygamberin kitabından şu sözleri okuduğunu görmekteyiz: “Rab’bin Ruhu üzerimdedir. Çünkü O beni yoksullara Müjde’yi iletmek için meshetti. Tutsaklara serbest bırakılacaklarını… ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için Beni gönderdi.” Ardından yerine oturdu ve şu muhteşem sözleri söyledi: “Dinlediğiniz bu Yazı bugün yerine gelmiştir.” Üstelik, bu beyandan kısa bir süre sonra İsa’nın, Celile yolu üzerindeki Sihar’da bir kuyunun yanı başında Samiriyeli bir kadına kendisinin Mesih olduğunu söyledi. Kadın ona, “Mesih denilen meshedilmiş Olan’ın geleceğini biliyorum” deyince, İsa, “Seninle konuşan ben, O’yum” diye karşılık verdi.
Asıl temel argümanımıza gelmeden önce, gelin Rabbimizin kendi sonsuzluğundan (zamandan önce var oluşundan) söz edip etmediğini yani Filistin topraklarının ötesindeki hayattan haberdar olup olmadığını inceleyelim. Böylece O’nun, Baba ile olan kişisel birliğinin açık bir anlayışına giden yolumuzu geliştiriyoruz. Mesih’in ezeli oluşu Yeni Antlaşma’da bazı pasajlarda üstü örtülü biçimde değil bizzat Kurtarıcı tarafından apaçık bir şekilde öğretilmektedir. Böyle bir beyanla karşılaştığımız ilk yer Yuhanna 8. bölümdür. Bu bölümde İsa kendi yurttaşlarının gözleri önünde tapınakta öğretiyordu ve o sırada Yahudiler O’nu itham etmeye devam ediyorlardı çünkü O, kendisini İbrahim’den ve diğer peygamberlerden üstün kılmıştı. Tam o anda İsa’nın dudaklarından şu sözler döküldü: “Size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim doğmadan önce ben varım.” Bu ne demek? Mesih, kendi başlangıcının ve sonunun olmadığını söylüyor. İbrahim belirli bir tarihte var olmuştur; Rabbimiz ise tersine, ezelden beri vardır. O halde bu sözler yalnızca ezelden var olmayı değil, ancak aynı zamanda O’nun sonsuz Varlığının farkındalığını da yansıtmaktadır. Burada, 24. ayetteki “Ben varım” ifadesi, Yahve’nin kadim İsrail ile yaptığı Antlaşmayı anımsatmaktadır: “Ben Ben’im” (Çık. 3:14). O’nun geçmişi ve geleceği yoktur; O ezeli ve ebedidir. O’nu, ettiği küfürden dolayı taşlamaya karar veren Yahudilerin doğrudan düşmanca tutumundan yola çıkarak, pasajdaki kelimelerin tam olarak bu anlama geldiği apaçık ortadadır.
İkinci sırada en güçlü kanıtımız olan, Rabbimizin zamanın başlangıcından önce sahip olduğu ve kısa bir süre sonra kavuşacağı görkemli konumunun farkındalığı gerçeği vardır (Yu. 17:5): “Baba, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken sahip olduğum yücelikle şimdi beni yanında yücelt.” Kurtarıcımızın çarmıha gerilmeden kısa bir süre önce sunduğu büyük aracılık duasındaki bu gönderme o kadar açık ve ciddi anlamlarla doludur ki daha fazla yorum yapmadan devam etmemiz uygun olur. Bu konuyla ilişkili ve argümanımızı kuvvetlendiren çok sayıda başka ayetler de vardır; örneğin, Yuhanna 3:13; 6:62; 8:23. Ancak buradaki birkaç örnek yeterli olacaktır. Bu argümanın son derece önemli olduğu barizdir çünkü inkar edildiği takdirde, “İsa Mesih’te, ilahi olanın enkarnasyonu değil, olsa olsa insanın tanrılaştırılmasına sahibiz; insan Tanrı oldu, Tanrı insan olmadı” sözlerini kabul etmiş oluruz. Ne var ki İsa’nın bu ve benzeri diğer ifadelerinde, O’nun sonsuzluğu açıkça kanıtlanmaktadır. Bizler, King’in sözleriyle hemfikir olarak şöyle diyoruz: “Aslında bu gerçeğin kanıtı sadece bunlarla sınırlı değildir, ancak kendisi hakkında öğrettikleriyle de [bu gerçek] sergilenmektedir. O’nun sonsuzluğuna bizzat şahit olmasak da kulak misafiri oluyoruz.” Baba hakkında mutlak ve eşsiz bilgiye sahip olduğunu iddia eden, hiç kimsenin sorgulayamadığı yüce şeyler hakkında yetkiyle konuşan, kendini kabul etmeyi veya reddetmeyi insanların kaderinin dayandığı dönüm noktası yapan ve kendisini insanlığın nihai yargıcı olarak tanıtan kişinin varlığı Beytlehem’le sınırlı kalamaz. O’nda sonsuzluk zaman içerisinde kendisini göstermiştir.” Elbette şunu da kabul etmek gerekir ki zamanın öncesinden beri var olmanın koşulu Tanrılık değildir. Tersine, bazıları Mesih’in zamanın varoluşundan önce var olduğunu kabul etmelerine rağmen O’nun gerçek ve makul Tanrılığını inkar etmektedirler. Ancak bu, o kadar ciddi zorluklara yol açmaktadır ki, bu görüşü günümüzde kabul eden çok az insan kalmıştır ve modern teologlar kendi natüralist görüşlerini O’nun Kişiliğine atfetme amacıyla, O’nun varlığını Beytlehem’deki doğumla başlatmak zorunda olduklarının farkındadırlar.
Şimdi bizler bir adım daha atarak Mesih’in, kendisini Baba’yla bir gördüğünü kanıtlamaya çalışacağız. Bunun için de Rabbimizin Yuhanna 8:42’deki sözlerinin yeterli bir zemin oluşturduğunu düşünüyoruz: “Çünkü ben Tanrı’dan çıkıp geldim.” Bu ifade kuşkusuz Mesih’in zamanın başlangıcından önce var olduğunu varsayar ve doğal olarak Baba ile olan ilişkisini gerçek ve makul Tanrılık zemininde eşsiz olduğunu vurgular. Yakından incelendiğinde, orijinal [metinde] kullanılan “Tanrı ile” ilgecinin, “yanından” veya “-dan uzaklaşarak” değil, ancak kökeninin Tanrı olduğunu ifade eden “Tanrı’dan” anlamına geldiği görülmektedir. Dolayısıyla buradaki ilişki metafiziksel bir ilişkidir. Bu kelimeler hakkında Piskopos Westcott şu yorumda bulunmuştur: “[bu ifadeler] yalnızca kökenin ve kaynağın Baba olan, Oğul’un gerçek tanrısallığı olarak yorumlanabilir.” Başka bir yerde, yani Yuhanna 10:30’da Mesih şu beyanda bulunur: “Ben ve Baba biriz.” Bu ayet önceki argümanın ışığında incelendiğinde, buradaki “biriz” kelimesinin, kendi ağılına ait koyunların güvenliğini garantiye almakla ilgili olduğu ve böylece bahsi geçen birliğin güçte ve doğada olduğu görülmektedir. Godet şöyle der: “Burada İsa’nın düşüncesi, irade, güç ve mülkiyet birliğinin ortaya çıktığı bir doğa birliği kavramından bile daha yücedir.”
Elimizdeki bilgiler Mesih’in hem zamanın öncesinden beri var olan Kişiliği hem de özde Tanrı ile bir olduğu fikrimizi doğrular niteliktedir. Aynı biçimde, Tanrı’nın ta kendisi olarak, kendisinin günahsız olduğunu iddia ettiğini görüyoruz. Bu iddia, O’nun öğretisinin her alanında kendisini göstermektedir. Örneğin O’nu kendisinden önce gelmiş olanlarla karşılaştırın: Musa’dan tutun da en son peygamberlere kadar hepsi kendi zayıflıklarını, kusurlarını ve hatta günahlarını itiraf etmişlerdir. Hatta O’ndan sonra gelmiş olanlardan birisi olan Pavlus bile “Ne zavallı insanım! Ölüme götüren bu bedenden beni kim kurtaracak?” diye haykırmıştır. Bütün bunlardan Mesih’in öğretilerinde tek bir kelime, en ufak bir iz bile yoktur. O, kendi resmi ve kişisel benliği arasında asla ayrım yapmamıştır. Hayır, dahası, O’nun bahsettiği ahlak göreceli bir şey değil mutlaktır ve işte en yüce ve de en mükemmel ahlak anlayışını O, dinleyicilerine şu sözlerle sunmaktadır: “Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun” (Mat. 5:48). Rabbimizin günahsızlığı sözlerine örtük değildir; ancak yine kendisi Yuhanna 8:46’da Yahudilere şu sözlerle de meydan okumaktadır: “Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir?”
İkinci karakteristik özellik az evvel sözünü ettiğimizden daha az çarpıcı değildir ve yalnızca O’nun günahsız doğasıyla açıklanabilmektedir; bu da O’nun Ferisilere, din bilginlerine, peygamberlere ve kutsal sayılan Yahudi geleneğine ve hatta Musa’nın yasasına karşı sergilediği tutumdur. Din bilginleri ve Hahamlar her zaman önde gelen, yüksek makamlara sahiptiler ve kullandıkları dil de her zaman “Böyle diyor RAB” tarzında olurdu. Fakat İsa tüm yetkiyi kendine atfeder ve şöyle cümleler kurduğunu görüyoruz: “Size doğrusunu söyleyeyim…” Musa veya herhangi bir başka peygamber bu şekilde konuşmazdı - bu Tanrı’nın konuşma tarzıydı. Dolayısıyla Mesih’in zaten hizmetinin ilk günlerinde günahları bağışlama yetkisine sahip olduğunu beyan ettiğini biliyoruz. O’na felçli bir adam getirdiklerinde şöyle dedi: “Cesur ol, oğlum, günahların bağışlandı.” O, din bilginlerinin itiraz ettikleri ve kalplerinde onu küfürle suçladıkları bu sözlerin söylenmesiyle de yetinmedi. Ancak vurgulayıcı bir biçimde günahları bağışlama yetkisine sahip olduğunu ve insanların yüreklerini arındırabildiğini de ilan etmiştir. Onların iç seslerini duyan [İsa] şöyle karşılık verdi: “Hangisi daha kolay? ‘Günahların bağışlandı’ demek mi, yoksa ‘Kalk, yürü’ demek mi? Ne var ki, İnsanoğlu’nun yeryüzünde günahları bağışlama yetkisine sahip olduğunu bilesiniz diye…” Sonra felçliye, “Kalk, yatağını topla, evine git!” dedi. Adam da kalkıp evine gitti” (Mat. 9:2–7).
Ancak, Mesih’in ilahi oğulluğuna ilişkin doruğa ulaşan beyanları belki de henüz eklenmeyi beklemektedir. Tanrı’nın Oğlu unvanı, özellikle Yuhanna Müjdesinde Mesih’in kendisi tarafından devamlı olarak zikredilmektedir. Beşinci bölümün yirmi beşinci ayetinde şöyle demiştir: “…ölülerin Tanrı Oğlu’nun sesini işitecekleri ve işitenlerin yaşayacakları saat geliyor, geldi bile.” Daha sonra 9:35–37 ayetlerinde buna gönderme yapmaktadır. Gözleri Mesih tarafından açılmış olan ve Yahudiler tarafından kovulmuş adamı bulan İsa ona şunu sordu: “Sen İnsanoğlu’na* iman ediyor musun?” Adamda şöyle karşılık verdi: “Efendim, O kimdir? Söyle de kendisine iman edeyim.” Buna karşılık olarak da İsa, “O’nu gördün. Şimdi seninle konuşan O’dur” dedi. Rabbimiz Tanrı’dan bahsederken “Babamız” olarak değil, ancak özel olarak “Baba” veya “Babam” olarak söz etmiştir. İsa kendisini asla havarilerle bir tutmadığı pasajlardan bahsetmiyorum bile.
Ancak bu durum, eleştirmenlerin iddialarının aksine, yalnızca Yuhanna Müjdesiyle sınırlı değildir. Sinoptik Müjdeler de burada mühim rol oynamaktadırlar. Belki de tam anlamı ile Matta 11:27’de -ve de aynı anlamlı ifadeyi içeren, sadece hafifçe farklı olan Luka 10:22’de- vücut bulma gizeminin tohumunun gömülü göründüğü yerde gözümüze çarpmaktadır: “Babam her şeyi bana teslim etti. Oğul’u, Baba’dan başka kimse tanımaz. Baba’yı da Oğul’dan ve Oğul’un O’nu tanıtmak istediği kişilerden başkası tanımaz.” Bu pasajın ilk bakışta öğrettiği şey, Oğul’un Baba aracılığıyla ve Baba’nın Oğul aracılığıyla tam bilindiğidir. Dolayısıyla Oğul, Baba’nın sınırsız derinliklerini kuşatmak için niteliklerinde sonsuz olmalıdır. Baba ve Oğul’un karşılıklı bilgisi aynı mutlak türdendir ve dahası, başkaları Baba’yı ancak Oğul’un O’nu tanıtmayı uygun gördüğü ölçüde tanıyacaklardır.
Birinin ebediyen yaşayan Tanrı, diğerinin ise ne kadar yüce olursa olsun sadece bir insan olduğuna inanmak imkansızdır. Bu nedenle, bu Müjdenin kapanış ayetlerinde Mesih’in Tanrılığın Üçlü-Birliği’nde bir pay sahibi olduğunu iddia edilmesi şaşırtıcı değildir. İsa, göğün ve yerin Rabbi olan Baba’yla olan karşılıklı ilişkisini beyan ettikten sonra burada, gökte ve yerde tüm yetkinin kendisine verildiğini ileri sürüyor ve [kutsiyetten dolayı] ağza alınmaz Adın çevresinde kendisine bir yer olduğunu ilan ediyor. Burada sadece bir anlamda Baba’nın Tanrılığına eşdeğer ve O’nun yanında olduğu tarzda bir ilah iddiası değil, ayrıca ulu bir anlamda Baba’nın Tanrılığıyla [eşdeğer] olan bir Tanrılık iddiası var.
Son olarak, bu kudrette Mesih, kendisinin yargıdaki ilahi ayrıcalığını beyan eder. Yuhanna 5:22’de şu sözleri söyler: “Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir.” Ancak beyanının doruk noktasına, Matta 25’teki yargı sahnesinde ulaşılır; burada Mesih, ikinci gelişinde kendisini tüm insanların tek yargıcı olarak ilan eder. Bu açıkça tanrısallığa yönelik belirgin bir iddiadır çünkü hiçbir eser özünde bundan daha özel şekilde ilahi olamaz: “İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak. O zaman Kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babam’ın kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ’Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın! Sonra solundakilere şöyle diyecek: ’Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis’le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin! Bunlar sonsuz azaba, doğrular ise sonsuz yaşama gidecekler.”