Birinci Makale

Yazar: Gerrit Hoeksema

Şimdi önümüzde konan soru şudur: Mesih Tanrı mıdır? Şüphesiz bu konuyu bize sunulan alan çerçevesinde enine boyuna tam olarak ele almak mümkün olmayacaktır. Mesih’in tanrılığına ilişkin olan Hristiyan inancını savunmak için toplanabilecek pek çok veriye dokunmadan devam etmek zorundayız. Sadece birkaç noktayı belli bir ölçüde açmaya çalışacağız.

Öncelikle, savımıza temel teşkil edebilecek veriler hakkında birkaç söz söylemek gerekir. Sorumuz iman açısından değil salt akıl açısından ele alınmalıdır. Bu nedenle, yalnızca tüm dürüst tarih öğrencileri tarafından adil bir şekilde kabul edilmesi gereken verileri kullanabiliriz. Önceki sorularla ilgili makaleler bize, mevcut sorunun herhangi bir değerlendirmesinin dayandırılması gereken kıymetli sonuçlar vermektedir. Hristiyan Kilisesi’nin her zaman Mesih’in tanrılığını öğrettiği, Yeni Antlaşma yazarlarının O’ndan Tanrı olarak söz ettikleri ve Mesih’in kendisinin Tanrı olduğunu iddia ettiği kanıtlanmıştır. Şimdi önümüzde konan soru şudur: Mesih gerçekten de iddia ettiği ve takipçileri tarafından olduğuna inanılan kişi midir?

Her şeyden önce, hemen önceki soruyla ilgili yazılmış olan makaleler tarafından ne kadarının kanıtlandığını varsayabileceğimizi tespit etmek önemli olacaktır. “İsa kendi tanrılığını öğretti mi?” sorusuna verilecek olumlu bir cevap, elbette İncillerdeki İsa’nın tarihselliğini işaret eder. İsa’nın tanrılık iddiaları takipçilerinin uydurması değil, İsa’nın bu iddiaları gerçekten ileri sürmüş olmasına dayanmaktadır. Ancak bu, İncillerde O’nun hakkında söylenen her şeyin doğru olduğu anlamına gelmez. İsa bu iddialarda bulunmuş olsa da başka birçok açıdan İncil’de anlatıldığı gibi biri olmayabilir. Örneğin, İsa’nın gerçekten mucizeler gerçekleştirdiğini ya da mezardan dirildiğini başka bir sav olmaksızın varsaymaya, sonrasında da henüz kanıtlanmamış bu gerçeklere dayanarak O’nun Tanrı olması gerektiğini iddia etmeye hakkımız yoktur. İsa’da ilahi ya da Mesihi bir bilinç olduğu bile kanıtlanmamıştır çünkü bu Mesih’in bu iddiaları içtenlikle yaptığı anlamına gelir ve doğal olarak bu da kanıtlanmamıştır. Kanıtlanan tek şey Mesih’in Tanrı olduğunu iddia etmiş olmasıdır.

Bu konuyla bağlantılı olarak göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir soru yani daha fazla ilerleyebilmemiz için çözülmesi gereken bir mesele de şudur: İncil’de İsa’nın bir insan olarak tasvir edildiği kısım yani bu resmin insani tarafı tarihsel olarak güvenilir midir? Eğer bunu tespit edebilirsek, Mesih’in Tanrı olması gerektiğini makul bir şekilde tartışmak çok daha kolay olacaktır. Ancak bu tarihsel güvenilirlik, bir önceki soruya verilecek olumlu bir cevapla kanıtlanmak zorunda değildir. Mesih kolaylıkla Tanrı olduğunu iddia edebilirdi ama diğer birçok açıdan hatta insan doğası açısından bile, Müjde yazarlarının O’nu tasvir ettiği biri gibi olmayabilirdi. Ancak bu makalede İsa’nın gerçekten de İncillerde bize anlatıldığı gibi konuştuğunu ve davrandığını varsaymayı öneriyoruz. Bunu aşağıdaki sebeplerden dolayı yapıyoruz:

İlk olarak, bir önceki soruyla ilgili makaleler İncil yazarlarının tarihçi olarak genel güvenilirliğini kanıtlamıştır. Hatta eleştirmenler de dahil olmak üzere herkesin, eğer bize sadece insan olan bir İsa’yı resmetmiş olsalardı, İncilleri güvenilir tarihsel belgeler olarak kabul edeceklerinden hiç şüphe yoktur.

İkinci olarak, önceki makaleler İnciller’den daha erken dönem bir İsa’ya geri dönmenin imkânsız olduğunu kesin olarak kanıtlamıştır. Birçok eleştirmen artık bunu açıkça kabul etmektedir. Sadece insan olan bir İsa’ya inananlar bile, İncillerdeki insan İsa ile hiç İsa olmaması arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaklardır. Ancak Mesih’in Tanrı olduğunu iddia ettiği önermesi zorunlu olarak O’nun tarihsel varlığını ima ettiğinden, İsa’yı insanlar arasında bir insan olarak temsil ettiği sürece İncil’in çizdiği portreyi kabul etmeliyiz.

Son olarak, eleştirmenlerin kendi bakış açılarına göre, İncil portresinin insan tarafı kesinlikle güvenilir olmalıdır. Çünkü bize ilk Hristiyanların insan bir İsa’dan Tanrı olan bir İsa yarattıklarını söylerler. Öte yandan dikkat çekici olan şey, amacı Tanrı olan bir İsa’yı sergilemek olan bu belgelerde, Tanrı değil insani bir İsa’ya işaret eden büyük bir tarihsel malzeme yığını bulmamızdır. Görünüşte çelişkili olan bu malzemenin bir araya getirilmesini yazarların dikkatsizliğine ya da saflığına bağlamak elbette mümkün değildir. Mesih’in İncil’deki portresi çok büyük bir şaheserdir. Eleştirmenler mutlak dürüstlükten, tarihsel gerçeklere mutlak saygıdan başka hiçbir şeyin, Müjde yazarlarının açık amaçlarıyla çelişiyor gibi görünen bir yığın malzemeyi resimlerine dahil etmelerine neden olamayacağını kabul etmek zorunda kalacaklardır.

Şimdi, Mesih’in tanrılığını kanıtlamaya çalışırken, onun insan doğasına ilişkin İncil resminin güvenilirliğini kanıtlamak bize çok az yarar sağlayacakmış gibi görünebilir. Buna rağmen bu çok büyük bir ehemmiyete sahiptir çünkü İnciller tarafından bize verilen insan İsa öyle bir insandır ki, tanrısal onura sahip olduğunu iddia etmesi mümkün değildir. Başka bir deyişle, İsa öyle bir insandır ki, eğer Tanrı olduğunu iddia ettiyse, Tanrı olduğunu kabul etmeliyiz. Zira eğer İsa sadece bir insan olsaydı -ya da Tanrı değil de herhangi bir şey olduğuna inansaydık- o zaman O’nun hakkında iki şeyden biri söylenmelidir. Kendi iddialarına ya inanıyordu ya da inanmıyordu. Ya zihni fani zihinleri karartan en saçma ve en mantıksız yanılsama tarafından bulandırılmıştı ya da tarihteki en büyük dini sahtekârıydı. Bu varsayımların her ikisi de imkânsızdır ve tüm tarihsel kanıtlarla açık bir çelişki içindedir.

Mesih’in Tanrı olmadığının açık bilincine rağmen bu yüksek iddialarda bulunduğu şeklindeki ikinci varsayımın çürütülmeye çok az ihtiyacı vardır. Mesih’in tüm yaşamı bu görüşü çürütmektedir ve bu teori günümüzde çok az sayıda savunucu bulmaktadır. İncillerdeki İsa’nın, her ne olursa olsun, koca bir sahtekâr olmadığı hem dost hem de düşman için son derece nettir. Tüm sözleri ve işleri dürüstlük, açık sözlülük, samimi bir hakikat sevgisi ve tüm sahtekârlık ve ikiyüzlülüğe karşı yakıcı bir nefret solumaktadır. Ferisi’nin ikiyüzlülüğünü bu kadar şiddetle kınayan, insanlardan sürekli olarak dış görünüşlerinin yüreklerinin iç yaşamıyla uyumlu olmasını talep eden İsa’nın, kendisinin de sürekli olarak yanlış olduğunu bildiği iddialarda bulunduğuna inanmalı mıyız? Bir an için bu teorinin doğru olduğunu varsayacak olursak, o zaman Mesih’in bu iddiaları ortaya atarken bir amacı olması gerektiğine de inanmamız şarttır. İnciller bize bu sözde amaç hakkında herhangi bir ipucu veriyor mu? Bize daha ziyade barışçıl ve kayıtsız bir şekilde yoluna devam eden, halkın ilgisinden kaçınan ve kalabalığın tutkularından asla faydalanmayan alçakgönüllü bir adam resmetmiyorlar mı? Mesih’in, bir sahtekârdan beklediğimiz gibi insanların zihinlerine kendisini Tanrı olarak tanımaları gerektiğini zorla kabul ettirmeye çalıştığını hiç görmüyoruz. Aksine, Petrus tüm öğrenciler adına Mesih’in yaşayan Tanrı’nın Oğlu olduğuna dair büyük iman ikrarını dile getirdiğinde, İsa sert bir şekilde onlara bundan kalabalıklara bahsetmemelerini emreder. Üstelik eğer daha fazla kanıta ihtiyaç duyulsaydı, Mesih bu apaçık yalan için ölür müydü? Çilesi, çarmıha gerilmesi ve ölümü, İsa’nın, her ne olursa olsun, iddialarında kesinlikle samimi olduğunu her türlü şüphenin ötesinde kanıtlamıyor mu?

Bu kabule zorlanan ve elbette Mesih’in Tanrı olduğunu kabullenmek istemeyen son dönemin eleştirmenleri, şimdi bize dini yanılsamaların kurbanı olan bir İsa resmetmektedirler. İsa’nın çok dindar bir doğaya sahip olduğunu, Tanrı’yla diğer fanilerin hiç olmadığı kadar yakın bir birlik içinde yaşadığını ve giderek artan bir şekilde Tanrı’nın kendisi olduğu yanılsamasına kapıldığını söylemektedirler. Yanılsama sözcüğü çok hoş bir sözcüktür ve eleştirmenler tarafından bilinçli olarak seçilmiştir. Ancak onların teorisi doğru olsaydı, İsa’nın psikolojik durumunu tanımlamak için daha sert ve daha korkunç bir kelimeye ihtiyaç duyulurdu. O zaman artık tanrısallığı hakkındaki zararsız yanılsamaları, zihinsel selametini bozmayan normal düşünceli bir adam olmazdı. Eleştirmenlerin ileri sürdükleri iddialar doğru olmuş olsaydı, O çıldırmış bir adam olmuş olurdu. İşte bu ikisi arasında, yani Tanrı olan bir İsa ya da deli bir İsa arasında bir seçim yapmak zorundayız.

Eleştirmenler elbette sözde tarihsel İsa’nın deli bir insan olarak tanımlanmasına sert bir şekilde karşı çıkmaktadırlar. Ancak gerçeklere dürüstçe ve doğrudan bakarsak başka bir sonuca varamayız. Soruyu doğrudan aklımıza getirmek için toplumun alt tabakalarından genç bir adamın aramızda ortaya çıktığını ve sakin fakat kararlı bir dille kendisinin Tanrı olduğunu iddia ettiğini varsayalım. Dahası, bu fikrin kısa süreli, geçici bir hayal olmadığını, Mesih’te olduğu gibi hayatının en derin köklerine kadar ulaşan ve tüm sözlerini ve eylemlerini kontrol eden sağlam, sarsılmaz bir inanç olduğunu varsayalım. Mesih’in yaşamında görülen tarihsel dokunuşlardan birkaçını daha ekleyelim. Bu genç adam daha sonra kendisini gören kişinin Baba’yı, yani Tanrı’nın kendisini gördüğünü söyleyecekti. Dünyanın sonunda cennetin bulutları üzerinde, cennetin melekleri tarafından eşlik edilerek geleceğini ve ilahi ihtişamın tüm görkemiyle dirileri ve ölüleri yargılayacağını iddia edecekti. Bahsi geçen kişinin yalnızca insan olduğu varsayımı çerçevesinde düşünecek olursak, böyle bir genç adamın deli olduğundan şüphe eden olur muydu? Eleştirmenlerin kendileri bundan şüphe eder miydi? Eleştirmenler de dahil olmak üzere herkes bu genç adamın gerçek anlamda dünyayı fetheden bir hareketin kurucusu olacağı ve ölümünden sonraki elli yıl içinde binlerce kişinin onun tanrılığına olan inançlarından vazgeçmektense canlarını vermeyi tercih edeceği kehanetinde bulunan herhangi biriyle alay ederek gülmez miydi?

Biri bizim çağımız için diğeri İsa’nın yaşadığı çağ için olmak üzere iki delilik ölçütü uygulamaya hakkımız yoktur. Eğer aramızdan çıkan böyle genç bir adam deli ilan edilecekse aynı şeyi İsa için de söylemeye hazır olmalıyız. İsa’nın bin dokuz yüz yıl önce yaşamış olması gerçeğinin konuyu belirsizleştirmesine izin verilmemelidir. Eleştirmenlerin edebi ve retorik incelikleriyle, Mesih’in iddialarının tamamen fevkalade ve muazzam karakterini yumuşatmalarına izin vermemeliyiz. Burada sadece zihinsel bir yüceltme, kısmi bir yanılsama, geçici bir coşku söz konusu değildir; hayır, sadece bir insanın Tanrı olduğuna dair köklü bir inanca sahip olması, tüm normal bilincinin tamamen yıkılması anlamına gelir. Bu, doğamızın en derin sezgileriyle feci halde çelişirdi. Normal bir insan için hiçbir şey sadece bir insan olduğundan daha kesin değildir ve hiçbir şey onun zihninden bir Tanrı olduğu yanılsamasından daha uzak değildir.

Buna rağmen eleştirmenler, sıradan bir insanın buna kesin olarak inanabileceğine ve yine de deli olmadığına inanmamızı isterler. Eğer fakir bir adam kendisinin çok zengin olduğuna inansa ve bu sarsılmaz bir inanç olsa ve hatta gerekirse bu inanç uğurda ölmeyi göze alsa, insanlar oybirliğiyle onu deli ilan ederdi. Neden mi? Basit bir nedenden ötürü: gerçekte olduğunun tam tersi olduğuna inandığı için. Ancak Tanrı ile insan arasındaki fark, zengin ile fakir arasındaki farktan sonsuz derecede daha büyüktür. Üstelik İsa’nın kendisinin de -bunu eleştirmenler bile kabul edecektir- Tanrı hakkında çok yüce bir fikre sahip olduğunu unutmamalıyız. İsa Mesih, Tanrı ile insan arasında ne kadar aşılmaz bir uçurum olduğunu çok net bir şekilde anlamış olmalıdır. Bu nedenle kendisinin Tanrı olduğu yanılsaması, fakir bir adamın kendisini zengin sanmasından çok daha büyük bir yanılsama olacaktır. Eğer ikincisine deli denecekse, o zaman Mesih’in kendi Tanrılığına olan sarsılmaz fakat hatalı inancı daha da büyük bir delilik derecesini beraberinde getirecektir.

Doğrusu, eleştirmenlerin kendileri de bunu pratikte kabul etmektedirler. Örneğin Renan, Life of Jesus adlı eserinde, İsa’nın psikolojik durumunu tanımlamak için kullanılan delilik ve çılgınlık terimlerine karşı çıkar. Ancak tüm itirazları boşunadır. Lepin, Renan’ın İsa’nın psikolojik durumunu tanımlamasını eleştirirken şöyle der: “Delilik kelimesi doğal olarak yazarın aklına çok sık gelir ve sıkça kaleminden çıkar. Delilik ve çılgınlık kelimelerini kabul etmiyor ama yine de gerçeğin kendisi üzerinde bir şekilde ısrar ediyor.”

Fakat bu gerçeğin ortaya çıktığı anda yani Mesih’in Tanrı değil, deli olması durumunda, bu yalanın muazzam sonuçları da olurdu. Zira önyargısız bir zihin için hiçbir şey, İncillerdeki İsa’nın deli olmadığından, aslında insanların en aklı başında ve en ağırbaşlı olanı olduğundan daha kesin olamaz. Burada sadece, İsa’nın ya da O’nun tanrılığına olan inancın lehine önyargılı olduklarından kesinlikle şüphelenilemeyecek olan eleştirmenlerden ikisinin görüşlerini aktarıyoruz. Wernle, “İsa her zaman mütevazı, alçakgönüllü, aklı başında ve ağırbaşlıydı” der. Harnack, İsa’nın “her şeyi tek bir hedefe yönelmiş, sessiz, tekdüze, derli toplu bir tavra sahip” olduğunu kabul eder. “Hiçbir zaman abartılı bir dil kullanmaz ve heyecan verici bir kehanet tonuna nadiren rastlanır. Tüm vazifelerin en büyüğü kendisine emanet edildiğinde, gözü ve kulağı etrafındaki yaşamın her izlenimine açıktır; bu da yoğun bir sükûnet ve mutlak kesinliğin kanıtıdır.” Mesih’te hiçbir şey O’nun sakinliğinden, dinginliğinden, kendisine ve yaşamının tüm koşullarına mutlak hakimiyetinden daha çarpıcı değildir.

Elbette İsa’nın sadece bu noktada yani tanrılığı konusunda delirmiş olabileceği ve bunun ruhsal yaşamının geri kalanını ya da dışa vurumunu hiçbir şekilde etkilemediği şeklinde bir itiraz yapılabilir. Ancak bu görüş, içsel olasılıksızlığı bir yana, İncillerde hiçbir karşılık bulamaz. Tanrılığından söz eden İsa’nın, bu fikrin ön plana çıkarılmadığı diğer zamanlarda olduğundan tamamen farklı bir adam olduğunu görmüyoruz. Her zaman aynı ihtiyatlı çekingenlik, aynı dengeli mizaç, aynı derin sakinlik vardır. İncillerin İsa’sında, eleştirmenlerin O’na atfettiği halüsinasyonu ya da ruhsal aşırılığı görmek imkansızdır. Dahası, İsa’nın çalışmalarının sonuçlarına baktığımızda, az ya da çok deli bir İsa teorisinin tamamı gülünç hale gelmektedir. O’nun din felsefesi tüm eski sistemleri gölgede bırakmış ve insanlığın en büyük ahlak öğretmeni olduğu kabul edilmiştir. Tüm çağlar boyunca öğrencileri arasında dünyanın en keskin, en aklı başında ve en derin zihinlerinden birçoğunu bulmak mümkündür. Renan’ın kendisi de bir delinin asla başarılı olamayacağını kabul eder. “Zihinsel sapkınlığın insanlığın ilerleyişi üzerinde ciddi bir etki yaratması henüz mümkün olmamıştır” der. Fakat İsa Mesih başarılı olmuştur. İsa Mesih’in ruhu, Batı medeniyetinin dehasıdır. Hristiyanlık kurumlarımızın dokusuna ve kişiliğine işlemiştir ve bu görkemli uygarlığımızın arkasında çılgın bir din tutkununun ruhsal aşırılığından başka bir şey olmadığına inanmak mümkün değildir.

Bu tür iddiaların içereceği delilik bir yana, İsa’nın Tanrı olduğu yanılgısı altında çalışan sıradan bir insan olduğu görüşüne karşı aşılamaz bir itiraz daha vardır. Hiç kimse İncilleri okuyup da İsa’nın Tanrı’ya karşı her zaman gösterdiği derin alçakgönüllülükten etkilenmeden edemez. O, haklı olarak insanların en alçakgönüllüsü olarak adlandırılabilir. Fakat soruyoruz, bu onun kendisinin Tanrı olduğuna dair kesin inancıyla nasıl bağdaştırılabilir? Elbette Hristiyan Kilisesi, İki Doğa doktrini ile soruna bir çözüm sunmaktadır. Ancak eleştirmenler Mesih’in sadece bir insan, tek bir doğanın sınırları içinde var olan tek bir kişilik olduğu görüşünde ısrar etmektedirler. Bize sadece bir insanın Tanrı olduğuna kesin olarak inandığını ve aynı zamanda Tanrı’ya karşı en derin alçakgönüllülüğü hissettiğini söylemek istiyorlar. Çelişkiye bundan daha iyi bir örnek bulunabilir mi? Mesih’in psikolojik yapısında kendini tanrılaştırma yanılsamasını mümkün kılan o delice özellik, aynı zamanda yaratılıştan gelen alçakgönüllülüğün son kırıntısını da silip süpürmüş olmaz mıydı? Şüphesiz, tek bir doğada var olan bir varlığın kendini Tanrı olarak hayal edemeyeceğini ve yine de kendini hayal ettiği Varlık karşısında bir yaratık olarak alçakgönüllü hissedemeyeceğini söylemek en basit gerçekçiliktir. Hayalperest bir İsa’nın bu görüşü sadece tarihle değil aynı zamanda sağlam psikolojiyle de çelişmektedir. Sonsuz Tanrı olduğunu hisseden ve yine de bu Tanrı’nın önünde alçakgönüllü olan bir varlık, ya böyle bir varlık hiç var olmadı ya da insani ve ilahi olmak üzere iki doğada var oldu. Hiçbir doğa kendi içinde bu tür çelişkileri barındıramaz.

Gerçekten de, Mesih’in alçakgönüllülüğü ve tanrılık iddiaları arasındaki bu çelişki, Mesih’in tüm İncil tasvirinde yer alan zıtlıkta çok sayıda paralellik bulur; bu zıtlık, onun sadece bir insan olduğu varsayımında saçmalık ve imkânsızlık anlamına gelir.

Keskin bir eleştirmeninin dediği gibi, eleştirmenlerin İsa’sı aynı zamanda hem alçakgönüllü hem de gururlu, hem keskin görüşlü hem de zayıf görüşlü, hem ayık hem de fanatiktir. Ve böyle bir adamın hiçbir zaman var olmadığını, olamayacağını ve ne mutlu ki kendisi ve toplum için hiçbir zaman var olmayacağını söyleyebiliriz. Alçakgönüllü bir adam kibirli değildir, hassas fikirli bir adam asla zayıf fikirli değildir ve ayık fikirli bir adam asla fanatik değildir. Böyle bir psikolojik canavarlığın, psikolojik bir imkansızlık olduğunu düşünüyoruz.

Elbette eleştirmenler bu çelişkilerin Kilise’nin Mesih’in iki doğası öğretisine güçlü bir şekilde işaret ettiğini düşünmektedir. Ancak İsa’yı Tanrı olmaktan kurtarmak için bir kahramanca girişim daha yapılmalıdır. Ve psikolojinin en son keşifleri ya da icatlarının, bu sözde çelişkilerin gizemini az çok açıkladığına işaret edilmektedir. Her şeyden önce, “çoklu kişilik” olgusu İsa’nın çift yönlü bilincini açıklamaktadır. Tarih bize birbirinden tamamen farklı iki kişiliğin tek bir kişide birleştiği vakalar sunuyor gibi görünmektedir. Bununla birlikte, hiçbir maddenin kendisini oluşturan unsurlardan herhangi birinden ya da hepsinden daha az olamayacağını, hiçbir bütünsel birliğin, herhangi biri ya da hepsi bu bütünlüğün kendisinden daha büyük olacak parçalara bölünemeyeceğini unutmamalıyız. Bunu aklımızda tutarsak, Mesih’in doğasının görünüşteki çelişkilerini açıklamak için yukarıda bahsedilen fenomenlere işaret edildiğinde, önümüzde “soruya yalvarmak” olarak adlandırılan şeyin çok iyi bir örneği olduğu hemen görülecektir. Bu olguların paralellikler sunduğunu varsayalım. Soru hala devam etmektedir: Mesih’teki bu kişiliklerden birini, onun ilahi bilinci tarafından temsil edileni nasıl açıklamalıyız? Mesih’in tanrılık iddiaları sahtekârlık ya da halüsinasyon olarak açıklanamaz. Bu, gördüğümüz gibi Müjde’nin çizdiği resimle çelişir. Eğer bu olamazsa, elbette burada gerçek ve özünde ilahi bir bilinç olduğu sonucuna varırız. Şimdi parça bütünden daha büyük olamayacağına göre, Mesih’teki bu iki kişiliği, onun insani ve tanrısal kişiliğini birleştiren birliğin de Tanrı’dan daha aşağı olamayacağı sonucuna varmalıyız. Dolayısıyla hala aynı sorunla karşı karşıyayız.

İsa’nın psikolojik durumunu açıklamak için iki olguya daha işaret edilmektedir: bilinçdışı benlik ve değişken benlik. Ancak bunların hiçbiri tarihsel İsa’ya uygulanamaz. İkincisine göre, İsa tanrısallığının tamamen bilincinde olmazdı ve ” bilinçdışı benlik” teorisi O’nun tanrısallığını bilinçdışına değilse bile en azından bilinçaltına indirgerdi. Her iki görüşün de tanrısal doğasının açıkça ve kesintisiz olarak bilincinde olan tarihsel İsa ile hiçbir ilgisi yoktur. Mesih’i açıklamaları mümkün değildir çünkü O’nunla ilgili yalın gerçeklerle çelişmekte ya da onları göz ardı etmektedirler.

Kısacası, eleştirmenler kendi görüşlerine göre tarihte bilinen tek İsa’yı açıklamakta başarısız olmuşlardır. Tarihsel İsa’nın açıklanması meselesine çok zaman ayırdık çünkü eğer bir ihtimal varsa, tarihsel olguların eleştirmenlerden, Mesih’in Tanrı olması gerektiğini belki de istemeyerek de olsa kabul etmelerini sağlaması gerektiğine inanıyoruz. Önümüzde gerçekten dikkate değer bir gerçek var. İşte eleştirmenlerin Tanrı olmadığından emin oldukları Nasıralı İsa. Ancak yine de bu varsayımla yani Tanrı olmadığı varsayımıyla, açıklanamaz. O’nu sadece bir insan olarak açıklamaya en çok hevesli olanların en keskin psikolojik ve tarihsel analizlerini şaşırtmaktadır. Herhangi bir olgunun olası tek bir açıklaması varsa, bunun doğru açıklama olması gerektiğinin, eleştirmenlerin de kabul etmeye istekli olması gereken oldukça güvenli bir sav olduğunu düşünüyoruz. Eğer Mesih’in Tanrı olmadığı varsayımına dayanan her teori tarihle açıkça çelişiyorsa, o zaman bu varsayımın tarihle çeliştiğini söylemek doğru olacaktır. Eğer O’nun Tanrı olmadığına inanamıyorsak, Tanrı olduğuna inanmalıyız. Eleştirmenler onun günahsızlığı, mucizeleri, dirilişi gibi pek çok şeyi açıklamaya kalkışabilirler. Fakat O’nu açıklamaktaki kendi yetersizliklerini açıklayamazlar. Kendi yetersizlikleri, Mesih’in tanrılığının, Mesih’in kişiliğinin gizemlerini çözebilecek tek anahtar olduğunun en güçlü kanıtıdır.

Sonuç olarak şunu da sorabiliriz: Eleştirmenler Mesih’in eyleminin sonuçlarını, özellikle de Mesih’i bedende tanıyan, O’nu insanlar arasında bir insan olarak gören pek çok kişinin daha sonra O’nun Tanrılığına inanması gibi gerçekten olağanüstü bir gerçeği nasıl açıklayacaklar? Bu tekil olgunun, tarihin bize insanların Tanrı olarak onurlandırıldığı başka örnekler verdiği gerçeğine işaret ederek açıklanabileceği bir an için bile düşünülmemelidir. İlk Hristiyan topluluğunun Mesih’in tanrılığına olan inancını, uzak bir benzerinin bile bulunamayacağı, kesinlikle eşsiz bir konuma çıkaran birkaç husus vardır.

Öncelikle, Yahudi ulusunun güçlü tektanrıcılığını unutmamamız gerekir. Yahudiler o dönemde yeryüzünün ve göğün tek ve yüce Tanrısı’na inanan dünyadaki tek ulustu. Ayrıca O’nun büyüklüğü ve görkemi hakkında en yüce fikirlere sahiptiler. Romalıların çok tanrılı dinleriyle bazı imparatorlarını nasıl tanrılaştırdıklarını ve onlara nasıl ilahi onur verdiklerini açıklamak nispeten kolaydır. Ancak bu, erken dönem Hristiyanların Rablerinin Tanrılığına olan inançlarıyla hiçbir şekilde benzerlik göstermez. Yahudiler için tanrısal onur iddiasında bulunmak dine küfretmek anlamına geliyordu. Mesih kendisinin Tanrı’nın Oğlu olduğunu iddia ettiğinde başkâhinin giysilerini yırttığını görürüz. Sıradan bir insanı Tanrı olarak onurlandırmak, bir Yahudi’nin yapmayı düşüneceği en son şeydi; nitekim aklı başında gerçek bir Yahudi’nin bunu yapamayacağını söyleyebiliriz. Üstelik İsa’nın, böyle bir şeye inanmayı düşünecekleri en son kişi olduğunu da ekleyebiliriz. Mesih’in tüm Yahudi ulusunun en derin özlemini, dünyasal bir Mesih özlemini hayal kırıklığına uğrattığını asla unutmamalıyız. Yahudilerin Mesih’e sundukları şey tanrısal onurun tacı değil, utancın çarmıhıydı. Ve onda bir tanrı görmek bir yana, haykırdılar: “Onu çarmıha gerin, onu çarmıha gerin.” Elbette, ilk öğrenciler Nasıralı İsa’ya yapılan bu taçlandırıcı adaletsizliğe katılmadılar ama onların da dünyasal yücelik umutları olduğunu, çok şey bekledikleri Efendilerinin bir cani olarak çarmıha gerildiğini gördüklerinde, onların da kafalarının karıştığını, kuşku ve korkularla dolduğunu biliyoruz. Buna rağmen ölümünden kısa bir süre sonra Tanrısal bir Mesih’i vaaz etmeye başlarlar. Bir Ferisi olarak Nasıralı İsa’dan nefret eden ve ona zulmeden Pavlus da Tanrı olan bir Mesih’i vaaz etmektedir. Üstelik Yeruşalim’in kendisi, duvarları içinde, yeni buldukları Yücelik Rabbi’nin önünde hayranlıkla eğilen bir Yahudi cemaati barındırır.

Kuşkusuz, her şeyi ilk Hristiyanların fanatik ya da çılgınca coşkusuna atfetme girişimleri yapılmıştır. Ancak bizim harika Yeni Antlaşmamız’da İsa Mesih’in ilk öğrencileri bize aklıselimin ve ciddiyetin somutlaşmış hali olan bir hatıra bırakmışlardır. Pavlus’un zihninin derinliği, berraklığı ve engin mantığı herkes tarafından kabul edilmektedir. Ne seküler tarih ne de Kutsal Yazılar yukarıda bahsedilen teorilere en ufak bir destek bile sunmamaktadır.

Burada mesele yine gayet açıktır. Eleştirmen, göklerin ve yerin tek Tanrısı’na inanan, başkâhini Mesih’in küfrettiğini düşünerek giysilerini yırtan, tektanrıcı Yahudi’nin, Nasıralı marangozun oğlu İsa’nın, halkının tüm Mesih umutlarını boşa çıkaran bir adamın (yani İsa’nın) bir cani olarak çarmıha gerildiğine inandığını savunmak zorunda kalacaktır. Duygularının tamamına sahip olan bu Yahudi, bu köylünün göğün ve yerin yüce Tanrısı, atalarının, İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı olduğuna inanıyordu ve üstelik buna Mesih’in tanrısallığına dair en ufak bir kanıt olmamasına rağmen inanıyordu. Ayrıca inancının, bedensel açıdan kardeşlerinin en derin nefretini ve küçümsemesini uyandıracağı ve her an bu budalalığını kendi canının kanıyla mühürlemek zorunda kalabileceği gerçeğine rağmen bunu yapacaktır.

Biz kendi adımıza böyle bir saflık iddiasında bulunamayız. Aklı başında, ağırbaşlı insanların inanmayı düşünecekleri en son şeye inandıklarında ve buna inanmayı düşünecekleri en son insan için inandıklarında, bu benzersiz olgunun bir nedeni olması gerektiğine inanıyoruz. Bizler, ilk Hristiyanların İsa Mesih’in Tanrılığına olan inançlarının ancak daha büyük bir mucizeyle -gizemlerin sırrıyla- açıklanabileceğine inanıyoruz: Nasıralı İsa, insanların göğsüne yaslanan ve mezarları başında ağlayan alçakgönüllü, mütevazı, kederli bir adam, aynı zamanda göğün ve yerin ebedi Tanrısı’ydı.